Dün itibariyle Wuhan kentinden ilk koronavirüs ölüm haberini almamızın üzerinden 1 yıl geçti. Bugün ise bilanço dünya genelinde toplamda 90 milyondan fazla hasta ve 1 milyon 950 bine yakın ölüm olarak seyrediyor. Sadece ülkemizde yaklaşık 23 bin kişi hayatını kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Üstüne bir de Güney Afrika ve İngiltere’den gelen virüs mutasyonu haberleri ve Türkiye’de de bu mutasyona uğramış virüsün görülmeye başlandığı haberleri eklendi ki, bu virüsün diğerine göre %70 daha hızlı yayıldığı söyleniyor. Bütün bu pandemi süreci devam ederken alınan karantina önlemlerinin ve uygulanan kısıtlamaların yanında bilim dünyasında aşı çalışmaları devam ediyor. Toplumda dolaşan komplo teorileri ve aşıya güvensizlik ise ortalığı fena karıştırıyor.

İlk kafaları karıştıran aşının 1 yıl gibi kısa bir sürede bulunmuş olması. Aslında bu duruma büyük çerçeveden bakarsak, hiç de şaşılacak bir durum değil. Çünkü koronavirüs çalışmalarından evvel benzeri yapıya sahip sars ve mevsimsel virüs salgınları bilim dünyasınca bilinen ve çokca araştırılan bir konu. Diğer taraftan yapılan açıklamalara göre bir virüsün genetik yapısı çok kısa sürede izole edilerek hakkında çalışmalara girişilebiliyor. Bu sebeplerle aşı çalışmalarına sıfırdan başlandı demek doğru olmaz çünkü sars ve grip aşıları üzerine halihazırda devam eden birçok çalışma vardı ve bütün bunlar koronavirüs aşı çalışmaları için ciddi bir altyapı oluşturdu. Bir de üzerine tüm dünyanın aciliyet bildirerek bilim dünyasını aşı konusunda büyük yatırımlarla desteklemesi işin içine girince, gelişen teknolojiyi de hesaba katarsak aşının 1 yıl gibi bir sürede bulunmuş olması aslında gayet normal.
Şu an için dünyada en başta tercih edilen aşılar Pfizer ve Moderna aşıları. Ancak Türkiye bu aşıları alabilir miydi diye sorduğumuzda bu sorunun cevabının olumsuz olduğunu görüyoruz. Çünkü bu aşıların yarıdan fazlası çoktan rezerve edildi. Diğer taraftan bu aşıların lojistik kısmı zorlu şartlar içeriyor. Pfizer aşısının muhafaza edilme şartı -70 derece, Moderna ise -20 derece sıcaklık ki bu da aşının üretilmesinden sonraki transfer ve saklama sürecinde büyük maliyetler demek. Yani gerçekçi bakmak gerekirse, her ne kadar bu aşılar aşının koruyuculuğu konusunda %95 gibi yüksek bir oran, Çin aşısı ise %50 gibi düşük bir oran belirtmiş olsa da ülkemizin gündemindeki aşı şu an için ancak Çin aşısı olabilirdi. Peki komplo teorilerinin ve Çin’e olan güvensizliğin -gerek pandeminin başında ülkemize gönderilen PCR testlerinin çalışmaması ve geri gönderilmesi gerekse aşının satıcısı Sinovac firmasının adının geçmişte yolsuzluğa karışmış olması- aşıya bakışımızı etkilemesi doğru mu?
Çin aşısı Brezilyalı bir firma ile ortak üretiliyor. Faz 1, Faz 2, Faz 3 çalışmaları tamamlandı ki bu da olası yan etkilerin, antikor oluşumunun ve etkilerinin çok büyük oranda belirlenmesiyle sonuçlandı. Peki biz Çin aşısını niye bu kadar tartışıyoruz? Çin aşısı güvenli mi?

Aslına bakarsak bir aşının güvenilirliğini o aşının hangi ülkede kimin tarafından üretildiğinden çok yapılan klinik çalışmalar belirliyor. Faz 1 ve Faz 2 çalışmaları aşının uygulanma dozu ve yan etkileri konusunda çalışmaları içeriyor. Aşının etkinliği ise Faz 3 çalışmalarında araştırılıyor. Yani bilim dünyası bir aşının 3 aşama çalışmasını da tamamlamış ve güvenli olduğunu söylüyorsa, o aşının güvenli olduğunu kabul etmek gerekir. Kaldı ki aşıyla insanlara çip yerleştirilmesi gibi komplo teorileri tamamen şehir efsanesi olabilir. Çünkü MRNA denilen koronavirüs aşısı vücuda enjekte olduktan sonra diğer aşılar gibi birkaç gün içinde yok oluyor. Aşılanan insanı asıl koruyan aşının içindeki ilaç değil, onun vücudumuzda üretilmesini sağladığı antikorlar. Üstelik tüm aşılar onlarca kontrolden geçtikten sonra, aşılamadan evvel de her ülke tarafından kontrol ediliyor. Yani aşıya çip saklamak gibi bir durum aşırı kurgusal bir durum halini alıyor.
Peki çin aşısı olmalı mıyız? Bildirilen son rakamlarda salgının kontrol altına alınabilmesi için toplumun %60-70 inin bağışık hale gelmesi gerekiyor. Bu rakamların virüsün mutasyona uğrayarak daha hızlı yayılmasından sonra %75-80 lere çıktığı bildiriliyor. Bu bağışıklık ise bulunduğumuz durumda en hızlı aşılanma ile sağlanabilir. Toplumdaki aşılanması gereken oran, aşının 14 günde bir ve çift doz olarak uygulanacak olması, etkinliğinin 6 ay ila 1 yıl arasında olduğunun bildirilmesi, aşılama sürecindeki planlamayı çok fazla etkileyen unsurlar. Bazı aşı karşıtlarının ise aşı olmak yerine hastalığı geçirerek koronavirüsten kurtulmayı beklemesi tartışılan bir konu. Ancak hastalığı geçirerek bir korunma beklemek doğru değil Virüsün hastalığı geçirenler üzerinde uzun vadede ne gibi etkileri olacağı bilinmiyor. Oysa aşının baş, eklem ağrısı, ateş gibi hafif yan etkilerini göze alarak klinik olarak güvenli olduğu kanıtlanmış aşı ile aşılanmak hastalığa karşı çok daha koruma sağlıyor ve daha güvenli kabul ediliyor.
Aşı salgını yok eder mi sorusuna gelince, kısa ve orta vadede yok etmesi öngörülmüyor. Ancak aşılama süreci kontrollü kısıtlamalarla beraber devam ederse 2021 yılının sonuna doğru salgın büyük ölçüde kontrol altına alınabilir ve salgın bitirilebilir. Bu durumda 2021 senesi de önlemlerle geçecek gibi görünüyor. Yine de umut verici bir gerçek var ki artık tünelin ucunda ışık göründü. Yine de unutmamak gerekir ki aşılamaya başlanmasının anlamı asla rehavete kapılmak değil. Bizler bu süreçte de maske, mesafe, hijyen kuralımıza uymaya devam edelim.